28 Haz. Perş.

Haziran 28, 2012

22:00 – cnbc-e: Kiss Kiss Bang Bang

Bu kanallar çok mu parasız, batmak üzere mi, yoksa pintiliklerini farketmediğimiz için gerek mi duymuyorlar? Bu filmi 2-3 yıl önce izlemiştim, yine cnbc-e’de, o zamandan beri 3. veya 4. oynayışı.

Gayet eğlenceli, hem eğlenceli hem de gizemli bir film. Koşuşturmacalı bir cinayet araştırması, modern -biraz açık- bir kara film. Zamanında Humphrey Bogart’ın bir ucundan diğer ucuna katettiği şehri şimdi Robert Downey Jr. katediyor, ve onun yediği dayaklar gibi fiziksel yaralar alıyor, ama daha fazlası (parmağı kopuyor). Ona Val Kilmer eşlik ediyor (Val Kilmer: Brad Pitt’e parası yetmeyen yapımcıların bulduğu alternatif).

Kiss Kiss Bang Bang, 60’larda Bond filmleri için kullanılan bir ifade imiş. Efsanevi sinema eleştirmeni Pauline Kael’in bir kitabının da ismiymiş.

Robert Downey Jr.’ı sevmiyorsanız bu filmde seversiniz. Filmdeki kızla da iyi anlaşmışlar.


Bu her zaman büyük bir dilemma olmuştur. O örümceği almalı mısınız, almamalı mısınız?

103′, Holivut, ’05. Fragman.

20 Haziran Çar.

Haziran 20, 2012

22:00 – cnbc-e: After the Fox

Fox, isminden tahmin etmeniz gerek, bir hırsız. Ve bunu tahmin edemezsiniz, onu Peter Sellers oynuyor. Ayrıca Britt Ekland ki bu sırada 2 yıllık evlilermiş (ne uygunsuz bir çift, netekim 2 yıl sonra boşanmışlar). Yönetmen de tüm zamanların en usta isimlerinden Vittorio de Sica. Vittorio de Sica deyince Bisiklet Hırsızları, Dün-Bugün-Yarın,  İtalyan Usulü Evlilik/Boşanma… ama pek de komedi yönetmeni değil de Sica. Bunun da bir suç komedisi olmasına rağmen ve Peter Sellers’e rağmen vasatı çok aşmadığı belirtilmiş genelde. Ama yine de keşfetmeye değer bence. Daha iyi bir alternatifiniz varsa söyleyin.

103′, İngiliz-İtalyan, ’66. Fragman.

25 Mayıs Cuma

Mayıs 25, 2012

22:00 – cnbc-e: MirrorMask

Tam şu anda çok canınız sıkılıyorsa ve yapacak birşey arıyorsanız ilginç bir fikir. Aynı zamanda riskli bir tercih de olabilir, çünkü seyircilerin sevdiği, eleştirmenlerin hiç beğenmediği bir film bu. İlginç tarafı, ünlü çizgi romancı Neil Gaiman tarafından yazılmış olması. Görüntüleri The Fall’u hatırlattı bana, öyle bir grotesk ve fantastik hali var. Zaten imdb’de de ‘bu filmi beğenenler şunu da beğendi kısmında (bence çok gereksiz bu kısmı ön plana çıkarmışlar imdb’de) The Fall geliyor başta. Bakalım, izleyip göreceğiz.

Küçük-genç kız pek güzel (filmde çocuk-genç arası ama aslında o sırada 21 yaşındaymış). Ayrıca, Rob Brydon (Steve Coogan’la beraber hoş komediler yapan bir aktör) ve sevgili Stephen Fry da rol alıyor.

101′, Britiş, ’05. Fragman.

30 Nisan Pt.

Nisan 30, 2012

22:00 – cnbc-e: House of Sand and Fog

Kocası tarafından terkedilen ve evinden atılan bir kadın evin yeni sahipleriyle arasında sürekli bir gerilim doğurur. Hikayenin altından bir trajedi unsuru çıkıyordu diye hatırlıyorum, ama izlemediğim için ne olduğunu hatırlamıyorum. O yüzden hemen dış unsurlara geçeyim.

Bu, çok satmış bir romanın uyarlaması. Hatta yazarın film stüdyolarından yüzün üstünde teklif aldığı söyleniyor (Holivut öylesine -desperately- aç ki yeni bir konuya).

Film, vizyona girdiğinde de iki oyuncusuyla öne çıkıyordu. Hintli bir ailenin reisi rolünde, hemen her oynadığı filmde, otomatikman büyük bir oyunculuk sergilediği varsayılan isimlerden Ben Kingsley, evini kaybeden kadında da Jennifer Connelly var.

Jennifer Connelly’nin hep önemli filmlerden çıkıyor olması çok ilginç gelir bana. Etkileyici yüzü (gerçi güzel değil de, daha çok herşeyin yerli yerinde olduğu bir yüz gibi onunkisi, gözleri olmasa sıradan bile olabilir) çok dikkat çektiğinden belki. İlk Bir Zamanlar Amerika’da ünlenmişti, 14’ünde. Sonra David Bowie’yle (muppet’ların yaratıcısı) Jim Henson’ın Labirent’i var. Dark City, Requiem for a Dream (böö), A Beatiful Mind, Hulk, Little Children, Blood Diamond diye gidiyor. O kadar da fazla film çevirmemiş ama doğru seçimler yapmış. 10 yıl önceki gördüğü önemli filmleri şimdi azalmış tabi -klasik Holivut döngüsü içinde yaş etkisiyle.

Toparlayalım, sakin ama ağır (yavaş değil, yağlı) bir dramdan gocunmayacaklara bu film.

[Kadının güzelliği ile ilgili dediklerimi çürüten bir resim.]

126, Holivut, ’03. Fragman.

26 Nisan Perş.

Nisan 26, 2012

22:00 – cnbc-e: Radyo Günleri

Bazı filmleri baştan özel olarak bilir, öyle damgalarsınız. Sadece özel değil, iyidirler de. O damga hep kalır, sonra da hiç bunu sorgulama gereği bile duymazsınız. imdb’de kaç puan almış, metascore ne demiş, hiç ilgilenmezsiniz.

Radyo Günleri, benim için özel olmasının yanında, sanırım film aleminin içinde de öyle bilinmiş filmlerden. Çok kişisel ve sıcakkanlı bir anlatım, şeker bir hikaye.

Woody Allen’ın ünlü olduğu bir tarz var. Yolu genç güzel bir kızla kesişir ve gönülsüz bir şekilde bir maceraya atılır. ‘Aman tanrım, antidepresanlarım bile yanımda değil.’ ‘Bari terapistimi arayabilseydim, gitmediğim seansların parasını alıyor.’ ‘Adaya geldik, sen güneş kremim yanımda değil diyorsun, bana yanıma alacağım 3 şeyi soran bile olmadı.’

Ya da zaten genç ve güzel bir kadınla evlidir. Ama arkadaş-aile çevresindeki birilerinin evliliği çatırdamaktadır. Onlara ilişki tavsiyeleri verip sıyrılmalarını sağlamaya çalışırken olayların ortasında kalır.

Radyo Günleri hiç öyle değil. (Geçen hafta haber vermeyi unuttuğum ve bu yüzden hala vicdan azabı çektiğim) Zelig gibi ayrı bir anlatım, farklı bir deneyim. Zaten bence Woody Allen’ı Woody Allen yapan da hep aynı filmlerde başarılı olması değil, böyle farklı ama yine hoş şeyler yaratması.

Televizyon öncesi dönem. II. dünya savaşının az öncesi ve savaş sırası. Radyonun yıldızları var, radyo tiyatroları, caz şarkıcıları. Gece kulüpleri, askerlere meraklı genç kızlar, ipek çoraplar, evde onları uyaran otoriter babalar, ve bir çatı altında büyük aileler. Küçük çocukların büyükleri seyrettiği, küçükleri pek kimsenin seyretmediği, gözlerden uzak yaramazlıklara karıştığı günler (oğlan çocukları akşam çıkarken ablalarının, teyzelerinin yanına verilir, göz kulak olsunlar diye, şimdiki gibi oğlanlara göz kulak olunmaz). Herkesin ailesi, herkesin aynı yaşadığı günler.

Çekildiği dönem, W.Allen’ın tam uzun dönem eşlikçisi Diane Keaton’dan Mia Farrow’a atladığı dönem olmalı, çünkü filmde ikisi de oynuyor, Mia Farrow başrolde, diğeri küçük bir rolde. Zaten filmde çok sayıda yan yıldız var, radyo sanatçısı olarak, Mercedes Ruehl, Jeff Daniels, William H. Macy birkaçı. ‘Esas’ oyunculardan biri de Dianne West.

Filmin, İzmir Sineması’ndan yürüttüğüm afişi de yatağımın altındaki rulolardan birinde olmalı.

88′, Holivut, ’87. Fragman.

11 Nisan Çar.

Nisan 11, 2012

22:00 – cnbc-e: Recount

Yıl 2000. Clinton iki dönemini doldurmuş, ucu açık bir seçime gidiliyor. İki aday, Clinton’ın yardımcısı Al Gore’la, Clinton öncesi başka Bush’un Teksas valisi oğlu. Seçim yapılıyor, oylar kullanılıyor. Sayım fazlasıyla yakın geçiyor. Toplam oy bakımından değil, çünkü başkanlıkta ona değil, eyaletlerden kazanılan temsilcilere bakılıyor. Bir eyaleti kazanan da genelde oranın tüm temsilcilerini çıkarıyor. Diğer eyaletler belli oluyor, ama New Mexico ve Florida fazlasıyla yakın. “Too close to call” deniyor zaten, sonra ikisinde de bir biri, bir diğeri kazanmış ilan ediliyor. New Mexico küçük bir eyalet olduğundan bir süre sonra Al Gore’a gittiği belli oluyor da (366 oyla), büyük Florida’nın durumu belli olmuyor.  Sonrası büyük bir karmaşa. Cumhuriyetçilere-Bush’a veriliyor seçim ama itirazlar süreci başlıyor.

Sonrası, dünyayı çirkinleştiren 8 yıllık bir dönem.

Bu film, o sayım-itiraz dönemini canlandırıyor. Gerçeğe dayanan bir kurgu. Gayet de başarılı bir film. Olay zaten heyecanlı. Oynayanlar da Kevin Spacey, çok sevdiğim Tom Wilkinson, John Hurt…

116′, Holivut-HBO, ’08. Fragman.

İzledikçe Amerikan politik sisteminin bazı çok iyi ve çok kötü yönlerini görüyorsunuz:

+ İlçe seçim kurulları halkın temsilcilerinden oluşuyor ve halka açık, hatta direk halka seslenen bir toplantı ile gayet açık davranıyor.

+ Tüm sistem son derece yerel. Bunun kötü tarafları (standardizasyonu sağlayamamak gibi) olsa da  seçmenin, halkın gücünü yansıtmaya yönelik işliyor.

+ Yargı yolu her türlü açık.

– Gerçi yargıda konu en yukarıya, yani anayasa mahkemesine intikal ettiğinde onu oluşturan kişilerin politik görüşleri en baştan belli.

– Temsilci sistemi toplam oyların yarıdan fazlasını alanın bile başkan olmaması anlamına geldiği gibi, bir eyaleti bir oyla bile alan kişi o eyaletin tüm temsilcilerini çıkarıyor (tüm eyaletlerde değil, ama büyük çoğunda böyle). Bu karmaşa da o yüzden yaşanıyor zaten. Al Gore, toplamda daha fazla oy alsa da başkan olamıyor. Florida temsilcileri de adil bir şekilde 13-12 değil, 25’i de Bush’a gidecek şekilde dağıtılıyor.

6 Nisan Cuma

Nisan 6, 2012

20:00 – star: Harry Potter ve Felsefe Taşı (& the Sorcerer’s Stone)

Nasıl yani, ben Harry Potter öneremez miyim? Yo, bence gayet hoş filmler Patır’lar, çok eğlenceli. Karşıt olarak sadece belki, önce kitapların okunması önerilebilir (bir de tabi, star-bir sürü reklam ve Türkçe).

İlk film, Patır ve grubu daha minnacık (10 yıl sonraki hallerine göre) ve son derece sevimli. Amcasının evinde can sıkıcı bir hayat yaşayan Patır’a Hogwarts’tan (School of Withcraft & Wizardry) kabul mektubu gelir. Ondan sonra yaşadığı coşku anlatılamaz. Ki benzer bir sahneyi yaşamış biri olarak (gitmediğim biri İngiliz okulundan) o sahne içime dokunmuştur.

Sonrası okula giriş, yeni bir alemin kapılarının açılışı. Girdiğin o alemin senin hayatın oluşu, orayla bütünleşmek, orada varolmak… Yandaşların ve karşıtların, ve özel biri oluşun… Kendime çok benzettiğim tarafları var Patır’ın.


-ol sahne-

Yan roller, İngiliz sinemasının dev isimlerinin geçidi gibi: Richard Harris (Dumbledore), Maggie Smith, Richard Griffiths, John Hurt, Julie Walters, (Python’cu) John Cleese, Alan Rickman, Emma Watson (pardon:). (Her duyduğumda Emma Thompson’la karıştırıyorum hala bu kızı).

152′, Amerikan-İngiliz, 2001. Fragman.

5 Nisan Perş.

Nisan 5, 2012

22:00 – cnbc-e: Sleeper

Woody Allen’s Sleeper da olabilirmiş ismi. Annie Hall öncesi dönemin hoş, naif ve uçuk filmlerinden (yani bir Woody Allen filminin tam da olması gerektiği gibi).

Bir sağlık ürünleri dükkanında çalışan, aynı zamanda klarinet çalan (kendisi gibi) Miles Monroe’nun çok sıradan bir operasyon sırasında kalbi durur. Ablası dondurulmasını ister. 200 yıl sonra baskıcı bir yönetim sırasında uyanır. Ve o yıllardaki klasik partneri Diane Keaton’la karşılaşır. Keaton ondan nefret etse de bir türlü ayrılamaz.

Sleeper için en entellektüel distopya, bilim kurgularla alay eden bir taşlama gibi yorumlar var. Birçok ilginç, ama belki de o kadar ciddi bakılmaması gereken bir film.

Filmde kullanılan ev gerçekten çarpıcı ve filmden 10 yıl kadar önce inşa edilmiş, gerçek bir ev. Filmden sonra ismi Sleeper House olmuş.

89′, Holivut, ’73. Fragman.

3 Nisan Salı

Nisan 3, 2012

22:00 – cnbc-e: As You Like It

Beğendiğiniz Gibi, Size Nasıl Geliyorsa, İstediğiniz Gibi Olsun, Siz Nasıl İsterseniz…

Shakespeare komedisinin (komedi demeleri, o yüzyılda ‘romantik komedi’ tanımının bulunmamış olmasından sanırım) Kennet Branagh versiyonu. Ekim’de de oynamıştı, o zamandan bu yana değişmemiştir sanırım. O yüzden, sizi o zamanki tanıtıma alalım.

Kevin Kline’ın “the world is a stage” monoloğunu özellikle kaçırmayın.

127′, BBC-HBO, 2006. Fragman.

23 Mart Cuma

Mart 23, 2012

22:00 – cnbc-e: Frankie and Johnny

Evet, biraz geç haber oldu, ama bu filmi yazmak istedim (arada unuttum). Çok basit, pek kurgulanmamış, gerçek bir romantizmi var. Frankie’nin güzelliği, tersliği, Johnny’nin ısrarcılığı ve filmin açık (rahatsız etmeyen gayet rahat bir açıklık bu) tarzı, filmi neşeli yapıyor. Ama Frankie ve Johnny’nin yalnızlıklarının biraraya gelmelerinin temel sebebi olması da hikayenin acıklı tarafı. 80 sonlarının New York’undan tipik birkaç karakter de arka planda dönüyor.

118′, Holivut, ’91. Fragman.